Afyonkarahisar Sandıklıda Mahalli Bir Fıkra Tipi Hamamcı Kazım

342 Erhan SOLMAZ T.C Kültür ve Turizm Bakanlığı Fıkra üzerine çalışan her araştırmacı söz konusu türü kendince tanımlamıştır. Yapılan bu tanımlardan bir kaçı şudur; “ Kısa ve yoğun bir anlatma olan fıkralar bitişte veciz (az kelimede çok anlamlı olan) sözlü yaratmalardandır. ” (Boratav, 2014: 94-95). “ Gerçek hayatla bağlı olan vak’a- ları, tam bir fikri, sosyal ve beşerî kusurları, günlük yaşantımızda karşılaştığımız çarpıklıkları, gülünç durumları, tezatları, eski / yeni çatışmalarını ince bir mizah, hikemî bir söyleyiş, keskin bir istihza ve güçlü bir tenkit anlayışına sahip bir üslup içinde, dramatik öğeleri ağır basan bir hikâye çatısı etrafında toplayarak, genellikle bir tipe bağlı olarak anlatan, nesir diliyle yaratılmış küçük hacimli sözlü edebiyat kompozisyonlarından her birine verilen addır. ” (Yıldırım, 1998:222) “ Belli bir konuda edinilmiş tecrübeyi bir anlatı mantığı içinde aktarmayı, bu aktarım sıra- sında örneklemeyi, örneklenen olayı belli bir zaman ve mekân düzlemine oturtup, anlatı kahra- manı olarak seçilen kişi üzerinden bir durum veya olayın aktarımını gerçekleştirir ” (Ekici, 2008: 272) Şüphesiz bu tanımlarda dikkati çeken en önemli husus “tip” meselesidir; çünkü fıkra türü bu kendine has anlatı mantığında tez ve anti-tezin çatışmasıdır esasen ve okuyucuya/dinleyiciye verilmek istenen mesaj seçilen “tip” üzerinden sunulmaktadır. 1. Fıkra Tipi ve Tipleşme Türk sözlü ve yazılı edebiyatı içinde belirli bir sosyal çevre veya zümre ile bir düşünüş ve davranış biçimini temsil yeteneği kazanan unsurlara tip diyoruz. Tipleşme, yazılı edebiyattan fark- lı olarak sözlü edebiyatımız içinde bir sürece bağlı olarak gerçekleşmekte olup bu süreçte sözlü edebiyatın tüm özellikleri (anonim olma, geleneksel olma, kalıplaşmış olma vs.) etkili olmaktadır. (Aça, 2008:639) Fıkrayı diğer anlatı türlerinden ayıran ve fıkraya “özgünlük” katan tip unsuru, doğduğu top- lumun temel özelliklerini bünyesinde barındıran ve toplumun kabullendiği kimselerdir. Zamanla yaygınlaşıp “tip” haline dönen şahsiyetler, toplumsal kimliğin oluşmasında önemli bir yere sa- hiptirler. Onlar sayesinde kültürel birikim sonraki nesillere aktarılmaktadır. Fıkra tasnifi üzerine ilk çalışmayı yapan Faik Reşad’tır. 1912 yılında Külliyat-ı Letaif adlı çalışmasında 1596 fıkrayı yirmi yedi alt bölüme ayırarak tasnif etmiştir (Küçük-Gündeş, 2013: 7) Daha sonra ortaya konulan tasnif çalışmaları tip üzerinden yapılmıştır. Bu çalışmalar sırasıyla Mehmet Tuğrul 2 , Sait Uğur 3 , Pertev Naili Boratav 4 , Dursun Yıldırım, Nevzat Gözaydın 5 ve Saim Sakaoğlu gibi araştırmacıların tespitlerde bulundukları görülmektedir (Özkan, 1982:134-137; Aça, 2008:639). Üzerinde birçok araştırmacının fikir yürüttüğü ve zaman zaman tasnif denemelerine giriştikleri Fıkra tipi/tipleri hakkında Dursun Yıldırım’ın yapmış olduğu tasnif en çok rağbet gören tasnifidir ve Yıldırım’ın tasnifi şu şekildedir; 2  Mehmet Tuğrul, Mahmutgazi Köyü’nde Halk Edebiyatı, İstanbul 1969, Milli Eğitim Basımevi, 121. (Çalışma 1942-1946 yıllan arasında doktora tezi olarak hazırlanmıştır.) 3  Sait Uğur, İçel Folkloru, Ankara 1947, 5. 4  Pertev Naili Boratav, 86-87. 5  Nevzat Gözaydın, “Türk Fıkralarının Tasnifi Üzerine Bazı Düşünceler ve Bir Tasnif Denemesi”, Uluslararası Yunus Emre, Nasreddin Hoca, Karamanlı Mehmet Bey ve Türk Dili Semineri Bildirileri, Ankara 1977, 204-207.

RkJQdWJsaXNoZXIy NTU4MTc2